Ulkumun Susmayan Sesi
  TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ
 
TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de "Türk-İslam Ülküsü" ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır. Bugün yeryüzünde iki sömürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek" maskesi altında, "sınıfsal savaş" sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir. Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı bir buçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen Müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır. 1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır. Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir. Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede, değerler "ikizleşince", kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin "parsellenmesi" için beynelmilel güçleri harekete geçirir. Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir. İnsanların Bir Dünya Görüşüne İhtiyacı Var Bu ihtiyaç, o kadar köklüdur ki, İslam dünyasında "bir tefekkür tarihi" ve bütün dünyada ise koskoca "bir felsefe tarihi" doğmuş bulunmakta dır. Tarih ve günümüzdeki gerçekler bize gösteriyor ki, insanlar, araştırmak, düşünmek, inanmak zorundadırlar. Bu ihtiyaç alem-şümuldür. Hiç kimse, uzun müddet şüphede, kararsızlıkta, boşlukta duramaz. İyi-kötü, doğru- yanlış herkes bir şeylere inanır, geniş veya dar herkesin bir "dünya görüsü" vardır. İlmi felsefeden ayrı olarak varlık, bilgi ve irade problemleri üzerinde çalışan, insan ve "insan ötesi" üzerinde, toptan bir tefekküre ulaşmak isteyen "bütüncü" bir zihin çabasına "genel felsefe" diyoruz. Bugüne kadar gelen "felsefe tarihi" ve İslam’da, felsefi akımlar karşısında görüşlerini ortaya koyan "ilm-i kelam", daha çok bu türden zihni çalışmaları yansıtmakta dır. Genel felsefe, yalnız bilgi dallarındaki gelişmelerin ışığında, bir dehanın zekâsı ile çağın seviyesine uygun genel bir senteze ve sisteme ulaşmaya çalışmaz, bir bakıma "insan bilgisinin ilmini" yapmaya çalışır. Günümüz de, ilimlerin çok fazla çeşitlenmesi, ihtisas alanlarının daralması bu sentezi başarmak hususunda insan zekâsına büyük güçlükler getirmekle beraber, zor olsun, kolay olsun, bu isin başarılması konusundaki çalışmalar devam edecektir ve etmektedir. Çünkü, bu durum, böyle bir senteze ulaşma ihtiyacını azaltmak yerine daha da çoğaltmış bulunmaktadır. İnsan fert ve grupları, içten bağlanacakları ve kendilerini mutlu kılacak "bir inanç ve dünya görüşü" istemektedirler. Bütün zaman ve mekânların insani bu ihtiyaçla kıvranmaktadır. Bu günün insanını düşünmekten alıkoymak için kurulan tuzaklar, ( çılgınca danslar, delice müzikler, arenaya döndürülen statlar, kumar, fuhuş ve uyuşturucu madde evleri... ) her şeye rağmen "düşünen ve inanan insanı" henüz tamamen yıkamadı, yok edemedi. "İlmi felsefe" ile, olaylara ve varlıklara, bizzat olayların ve varlıkların "objektif verileri" ve ilişkileri ile yaklaşmak, yorum yapmak ve objelerin dili ile düşünmek esas alındığı halde, "genel felsefe" ile bilgi ve varlığın, insan idrakinde ve varlığında "senteze" ulaşması ve bütün varlık tezahürlerinin, belli bir sistem içinde "insanda seyredilmesi" esastır. Böyle bir tefekkür, insanin kendi varlığını, bütün varlık tezahürlerine "ayna yapması" ile doğar. varlık aleminde, büyük küçük, canlı cansız her varlık, bir radyo vericisi gibi "kendi dili ile" yayın yapar, kendi verileri ile adeta kendini anlatır. İnsanoğlu ise, idrakini ve zekasını bir "anten" gibi kainata germiş olup bu varlık tezahürlerinden gelen verileri toplamakta, bunları kendi diline tercüme ederek yorumlamaktadır. Bu idrak ve yorumların sayısı da "idrak edicinin" idrak ve zekâsına göre çeşitlenmekte ve çoğalmakta... Bir tarafta, bütün tezahürleri ile varlık, öte tarafta insanin zeka ve idraki bulunmaktadır. Kısacası, "insan" ve "insan ötesi" ikilisinden "bütüncü" bir bilgi ve yoruma ulaşma çabasına isterseniz "felsefe", isterseniz "tefekkür" diyebilirsiniz. İnsan, kâinatın ve bütün varlık tezahürlerinin "gözlemcisi", insandan gayri her şey de "insan ötesi"dir. Bütün bunlardan sonra bilinmelidir ki "vahyin" ve "tevhid"in nurundan mahrum bir akil, böyle bir sentezi kurmada daima başarısız kaldı.
 
 
  Bugün 4 ziyaretçiZİYARETÇİ  
 
TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

TÜRKİYE CANIM FEDA

HTML KOD

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol